
Yitirdiklerimiz ve Erdemler
21 Eylül 2021
Başı Sonu Olmayan Bir Hikaye
22 Kasım 2021Son dönemde birbirinden bağımsız olarak okuduğum iki kitap ve bir söyleşi, yaşadığımız dünyanın gerçekliği konusunda aklımı bir hayli karıştırdı. Düşüncelerimde yeni ufuklar açılmasına da vesile olan bu konuyu kısaca anlatmaya çalışacağım. Öncelikle söyleşi(*) ile başlayayım paylaşımıma.
Biri fizik diğeri edebiyat alanında Nobel ödülü almış iki özel insan Albert Einstein ve Rabindranath Tagore 1930 yılında Berlin’de Einstein’in evinde bir araya gelip çeşitli konularda sohbet ediyorlar. Sohbetin en cana alıcı kısımlarından biri hakikat/gerçeklik üzerine. Einstein gerçekliğin insanlardan bağımsız olarak var olduğunu düşünüyor. Basit bir örnek ile şöyle dile getiriyor bu görüşünü. “Biz bu evde olmasak bile bu masa burada var olmaya devam edecek”. Oysa Tagore’a göre gerçeklik diye tanımladığımız her şey insan zihni tarafından oluşturuluyor. Evrensel gerçeklik diye tanımladığımız şey aslında insanoğluna dair bir gerçeklik. Einstein’ın masa örneğine dönersek Tagore masanın evrensel zihinde değil insan zihninde var olmaya devam ettiğini düşünüyor. Tagore’a göre masayı sahip olduğumuz bilinç sayesinde algılıyoruz. Gerçeklik algısının insan kavrayışıyla sınırlı olduğuna dair örneği güve ve kitap üzerinden veriyor. Edebi bir eseri barındıran kitap kağıt parçasından öte bir gerçekliktir insan için. Oysa o güve için kitap sadece kağıttan ibarettir. Bir güvenin zihin yapısı ile edebiyat gerçekliğini kavramak imkansızdır. Aynı şekilde rasyonel ya da duyusal ilişki barındırmayan bir gerçeklik var ise insan zihni ile bunun anlaşılması imkansızdır yani insan oğlu için bu gerçeklik yok mahiyetindedir.
Gelelim okuduğum kitapların ilkine. Bir nörobilim profesörü olan Donald Hoffman evrime ilişkin yaptığı matametiksel simülasyonda evrim sürecinde kazançlı çıkan tarafın gerçeğin farkında olanların değil uyum sağlayanların olduğunu görmüş. Hayatta kalmak için gerçeğin ne olduğunu bütün çıplaklığıyla görmek değil, adeta video oyunlarında olduğu gibi gerekleri yerine getirerek ilerlemek üzerinde geliştiğini fark edince gerçekliğin gördüğümüzden ve bildiğimizden öte olabileceğini düşünmeye başlamış. Görüşlerini dile getirdiği “The Case Against Reality” adlı kitabında(**) Hoffman bizlerin adeta bir ara yüz programı vasıtasıyla zaman uzay boyutunu yaşadığımızı, etrafta gördüğümüz her şeyin birer ikon olabileceğini söylüyor. Nasıl ki bilgisayarımızda dosyalarımızı gösteren ikon dosyanın bizzat kendisi değil ise, bizlerin de gördüğü şeyler aslında o şeylerin gerçeği değil. Eğer bilgisayar ekranımızda dosyalar ikon altında toplanmasaydı bizlerin arka plandaki devreleri, elektrik akımlarını , programlama dillerini vs’yi öğrenerek ya da bilerek işlem yapmamız imkansızlaşırdı. Bizlerin yaşadığı dünya ya da evren de böyle ikonlarla dolu bir alan. Bu ara yüzde uzay zaman bizlerin hayatta kalabilmesi ve bir sonraki nesilleri devam ettirebilmemiz için kullanılan bir enstrüman. Hoffman’ın üzerinde en çok durduğu konulardan biri bilinçle ilgili. Bilinç henüz bilim tarafından çözülememiş bir konu. Bilincin nasıl oluştuğuna dair çeşitli görüşler olmakla birlikte örneğin bir gülü kokladığımızda aldığımız kokunun bizim bilincimizdeki yerinin ne olduğuna dair basit bir mevzuda dahi bu teorilerin hiçbir çözüm ya da önerisi yok. Hoffman kafa yapımızı uzay zamandan çıkarıp yeni bakış açıları ile olayları değerlendirmemiz gerekebileceğini söylüyor. Yani bilinç uzay zamanın bir sonucu değil, uzay zaman bilincin ürünü olabilir. Şu anda Hoffman ve ekibi bilincin oluşumu ve işlevine ilişkin bilimsel çalışmalar yürütüyorlar. Uzay zaman bakış açısını bir kenara koyup “conscious agent” (bilinç temsilcisi) adı altında yeni bir tanım yapıp bunun üzerinden bir matematiksel model oluşturmaya çalışıyorlar. Bu “conscious agent”ların tek bir kaynakta birleşmesi durumunun bizi tanrı tanımına dahi götürebileceğini söylüyor Hoffman. Henüz yolun başında olduklarını, sonucun ne çıkacağını kendilerinin de merakla beklediklerini de ayrıca ekliyor.
Paylaşmak istediğim diğer kitap ise Toshihiko Izutsu’nun, İbn Arabi ile Lao-Tzu ve Çuang-Tzu’nun mukayesesini yaptığı “Tao-culuk’daki Anahtar Kavramlar” adlı kitap(***). Aralarında hem tarihi(neredeyse 1500 yıl) hem de kültürel uzaklık (Biri Endülüs ve Orta Doğu’da, diğerleri Çin’de yaşamış) olan bu bilge kişilerin dünya görüşlerinin benzerliğini ele alan bu kitapta her iki sistemin felsefi yapısının “Varlığın Birliği” kavramının hakimiyeti altında olduğuna dikkat çekiliyor. Kavramları anlatmak çok kolay olmadığı için kitaptan yer yer alıntılar paylaşacağım.
“Her iki sistemde de “Varlık Alemi, “Birlik” ile “Çokluk” arasındaki bir tür ontolojik gerilim olarak gösterilmektedir. İbn Arabi’nin aleme bakış açısından Birlik, Hakk ile, buna karşılık Tao-culuk’da ise Tao ya da Yol ile temsil edilmektedir. Çokluk İbn Arabi için mümkinat (ya da kesret), Lao-Tzu ve Çuang-Tzu içinse wan wu yani “On bin Nesne”dir.
Ontolojik gerilimin iki terimi arasındaki bağıntı da Birlik bağıntısıdır. Bu bir Birlik’tir; çünkü Çokluğu oluşturan bütün nesnelerin hepsi de, eninde sonunda, Mutlak’ın (yani Hakk’ın ya da Tao’nun) büründüğü kevni suretlerden başka bir şey değildirler.
Her iki görüşte de amaç Varlık hakkında akıl yürütmek değil, Varlığı yaşamak. Bu da sıradan duygu algılamalarıyla değil, duygular-ötesi sezgi düzeyinde yaşanabiliyor. Her iki görüş de realite denen şeyin rüyadan ibaret olduğunu söylüyor. Ancak her şeyin bir rüya olduğuna dair temel iddia “realite” denilen şeyin boş ve temelsiz ve dolayısıyla da değersiz olduğunu göstermiyor. Bu iddia, fiziki alemin yalnızca kuruntudan ibaret olduğuna delalet edecek yerde, hisler düzeyinde yaşadığımız bu alemin kendi kendine kaim bir gerçeklik olmadığına ama bunun muğlak bir şekilde “Daha-Ötedeki-Bir -Şey”i telmih eden bir sembol olduğuna işaret etmektedir. Hisler aracılığıyla algıladıklarımız, bu türlü yorumlandıklarında, Mutlak’ın bizzat kevni(varlıkla alakalı) suretleridir ve bu sıfatla da özel bir tarzda “reel”dirler (gerçektirler).
İbn Arabi, Lao-Tzu ve Çuang-Tzu’nun felsefesi bu paylaştıklarımdan çok daha öte detayları ve tanımları içeriyor. Ben burada sadece yaşadığımız dünyanın gerçekliğiyle ilgili olan kısa bir bölümü paylaştım.
İnsanoğlunun geçmişten bugüne fikren ve ruhen çok geliştiğini, hatta günümüz insanının eskilere göre daha akıllı olduğunu zannediyoruz. Oysa geçmişte yazılanlara, söylenenlere yeni bakış açılarıyla tekrar baktıkça insanoğlunun her dönemde varoluşa dair derinlemesine kafa yorduğunu, elindeki kısıtlı imkanlara rağmen zamanının ötesinde çıkarımlarda bulunduğunu anlıyoruz. Yaşadığımız dünyanın gerçekliğine dair benim için çok yeni olan bu bakış açısının izlerini Tasavvuf’ta, Tao-culukta ya da Brahman inancına sahip R.Tagore’un görüşlerinde yakalamak ayrı bir heyecan yarattı. Daha fazla okumalara ihtiyacım var, umarım heyecanım hiç bitmez.
(*)When Einstein Met Tagore: A Remarkable Meetings of Minds on the Edge of Science and Spirituality
(**)The Case Against Reality: Why Evolution Hid the Truth from our Eyes
(***)Tao-culuk’taki Anahtar Kavramlar: İbn Arabi ile Lao-Tzu ve Çuang Tzu’nun Mukayesesi