İşleniyorum dünyaya
Uçsuz bucaksız bir kumaşa işlenir gibi
Edip Cansever
2023’e çok güzel bir kitapla başladım; “An Immerse World” (Uçsuz Bucaksız Bir Dünya). Hayvanların duyuları ve becerileriyle ilgili çok kapsamlı bilgiler içeren bu kitap bakış açımı çok etkiledi, dünyaya ve yaşama dair düşüncelerim adeta yeniden şekillendi. Aslında kitap National Geography belgesellerinde paylaşılan bilgileri içeriyor gibi görünse de hayvanlara dair bir çok özelliği çok yönlü ve farklı açılardan ele alıyor. Son dönemde çok popüler olup değişik alanlarda (iş hayatı, siyaset…) karşımıza çıkan “diversity” (çeşitlilik) kavramının canlılar arasında ne kadar geçerli olduğunu, başta insan olmak üzere hiçbir canlının diğerine üstün sayılamayacağını, her şeyin bir “çeşitlilik”ten ibaret olduğunu çok güzel anlatmış yazar Ed Yong.
“An Immense World”den edindiğim bilgiler beni hayvanlar dünyasına daha da yakınlaştırdı. Eskiden sadece belirli hayvanlara ilgim ve sevgim vardı, oysa şimdi kendimi bir güveye, bir yarasaya ya da bir örümceğe de oldukça yakın hissediyorum. Dünya bizim beş duyumuz ve aklımızla kavradığımızdan çok öte bir yer, algılarımızın bize gösterdiklerinin dışında neler olup bittiğinden bihaberiz. Okyanuslarda tek başlarına dolaşan balinaların aslında sürekli birbiriyle haberleştiklerini hiç fark etmiyoruz mesela. Çıkardıkları ultrasonik sesler sayesinde birbirlerini 1.500 deniz mili ötesinden duyabiliyorlar. Keneler örneğin, ne doğru düzgün görebiliyor ne de işitiyorlar. Tüm dünyaları ısı, koku ve doku üzerine kurulu. Kırk metre uzaklıktan insan kokusunu alma becerileri var. İstirdyelerin iki yüze kadar gözleri mevcut, her biri birer kamera gibi kabuklarının iki tarafında dizili. Bunlar sayesinde önlerinden geçenin yiyecek mi, düşman mı olduğunu anlayabiliyorlar, her ne kadar beyinleri olmasa da. ‘Infrared’, ‘ultraviyole’, ‘ekolokasyon’, ‘hava, su ya da karadaki titreşimleri algılama’, ‘elektrolokasyon’, ‘manyetik alan algılama’ birçok hayvan türünün uzman olduğu konular. Bizler bu becerilere ancak bir takım aletler kullanarak sahip olabiliyoruz, o da belirli sınırlar dahilinde.
Bu bilgiler beni daha öte konulara götürdü. “The Case Against Reality” kitabında yazar Donald Hoffman evrimin itici gücünün, gerçeği olduğu gibi görme becerisinde değil de uyum gücünde yattığını iddia ediyor. Basit bir örnekle söyleyecek olursak video oyununda araba yarışı yaparken seviye atlamanın yolu, oynadığın oyunun arkasında yatan programları, software-hardware’i bilmek değil, tıpkı bir yolda gidiyormuş gibi ekrana ve arabaya yoğunlaşıp oyunun kurallarını yerine getirmek olduğunu söylüyor. Başarılı olmak, rakibini geride bırakabilmek ya da seviye atlayabilmek içim oynanılan oyunun aslının ne olduğunu görmeye ihtiyaç yok. Tıpkı video oyununda olduğu gibi insanların da hayatta kalmak ve bir sonraki nesili yetiştirebilmek için sadece bulundukları ortama uyum sağlamaları yeterli. Gerçeklik aslında bizim tıpkı ekranda gördüğümüz o yol ve arabanın çok ötesinde bir şey olabilir. Bir kenenin algıladığı dünya -Umwelt(*)- insan ya da hayvanların beden ısısını hissetmek, konacak bedene temas ve bedenin yaydığı kokuyu anlamaktan ibaret. Bizim gördüğümüz dünyadan çok farklı bir dünya (Umwelt ) içinde yaşıyorlar. Daha kapsamlı bir bakış açısına göre bizim de aynı durumda olmadığımız ne malum? Ya da Nobel Edebiyat ödülü sahibi Rabindranath Tagore’un Albert Einstein ile yaptığı sohbette verdiği örnekteki gibi; bir güve için bir roman sadece yiyecektir. Biz insanlar için çok farklı bir anlamı olan o romanı bir güvenin anlaması imkansızdır, onun bilinç ya da algı seviyesini aşar bu gerçeklik.
Bizden daha üstün algıları ya da bilinci olan bir canlı/varlık için biz insanların dünyası ne anlama geliyor acaba?
Psikoloji, felsefe ve bilgisayar alanları üzerinde uzmanlığı bulunan Donald Hoffman ve ekibi, “Asıl olan uzay-zaman değil de bilinç mi acaba?” sorusundan yola çıkarak bilinçle ilgili bir matematiksel modelleme üzerine çalışıyorlar şu anda.
Ucu nereye dayanacağını tahayyül etmenin zor olduğu “bilinç” mevzusunu bir kenara bırakıp dünyamıza dönersek eğer, şunu söylemek mümkün artık: Yeryüzü bir “çeşitlilik-devirsity” cenneti. Ve bu cennette tüm bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar, hava, deniz ve toprak birbirinden beslenerek varlıklarını sürdürebiliyorlar , her şey birbirine bağlı. Muazzam bir alış veriş var dünyamızda. Ne yazık ki biz insanlar kendimizi dünyanın kralı ilan etmişiz, sadece alan taraf olmak istiyoruz. Topraktaki mikroorganizmalardan, havadaki oksijenden, kara ve denizlerdeki her türlü canlıdan sadece ve sadece almak istiyoruz. Bizim dışımızdaki hiçbir şeyin önemi yok. Her şey bizim hizmetimizde ve sanki sınırsız. Oysa sınırsız olan korkarım insanların açlığı. Asla doyurulamayan bir açlığımız var ve bu, bedene değil ruha dair bir his. Daha ne kadar alırsak bu dünyadan yeterli olacak acaba? Ve bunca canlı yok olma evresine gelmişken bizler hayatlarımızı sürdürebilecek miyiz?
Yeni yıla aklımda bu sorularla girdim. 2023, dünyayı çok boyutlu algılayabildiğimiz, değer verip kıymetini bildiğimiz ve korumak, kollamak adına eyleme geçtiğimiz bir yıl olur inşallah.
(*) Umwelt terimi 1909 yılında Jacop von Uexküll tarafından algılanan dünyayı (her organizma, kendi sinir sistemi tarafından alınıp işlenen bilgilerin tamamından oluşan bir dünyada yaşar) tanımlamak amacıyla türetilmiş.
2 Comments
O kadar çok duygularımı, sorgularımı yansıtan, bana dokunan bir yazı olmuş ki. Hayvanlar alemine girdikçe daha çok küçüleceğimize, biz insanların hiçbirşey bilmeden, kendilerini doğaüstü birer varlık görmeleri işin ayrı bir boyutu bi taraftan da. Bu evrene gerçekten konumlanabilenler aslında sistem, toplum tarafından hiçbir kabul görmese de bakan ama gören, duyan ama işiten değerler ya da tüm duyularını kullanmaya çalışabilenler. Çok teşekkürler arkadaşım, sabah sabah çok haz veren bir okuma okuma oldu.
Saniye’ciğim, güzel yorumların için çok teşekkür ederim. Yaşamın bu boyutuna aynı yerden bakabiliyor olmak beni hem mutlu etti hem de heyecanlandırdı. Benzer duygu ve düşüncelerin paylaşılıyor olması insana iyi geliyor. Sağol, varol…