GÜNEŞ

Ve gönül Tanrısı der ki:

-Pervam yok verdiğin elemden

Her minnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden

Cahit Sıtkı Tarancı

Tekne hayatının en sevdiğim yanlarından birisi güneşin doğuşuna sık sık şahitlik edebiliyor olmaktır. Seher vakti yaptığımız seyirlerde gün doğumunu seyredecek olmanın heyecanını taşırım hep. 

Eski Türk inanç sisteminde güneşin çok özel bir yeri varmış.  Bilhassa güneşin doğuşuna ayrı bir önem atfedilirmiş. Çin kaynakları Kök-Türk kağanlarının doğan güneşi saydıklarını ve selamladıklarını söylüyor.  Ben de denizin üzerinde tıpkı o kağanlar gibi  güneşi saygıyla selamlamak üzere gözlerimi doğuya doğru diker ve güneşin doğmasını sabırla beklerim. Ancak sabrımın yanında hep bir merak vardır; güneş acaba tam olarak hangi noktadan doğacak; dağın tepesinden mi, yamacından mı ya da ufuk çizgisinin tam ortasından mı? O yusyuvarlak şeklini alması ne kadar sürecek; saniyeler içinde mi olacak, dakikalar mı geçecek?

Güneş dağın  ya da ufkun üzerinden yüzünü gösterdiği anda ruhuma keyif veren bir enerji, yüzümeyse hayretle karışık bir tebessüm yayılır. Hayret daha çok güneşin ne kadar da büyük ya da küçük olduğuna dairdir. Sanki daha önce karşılaştıklarımdan daha büyüktür ya da beklediğimden küçüktür ama her ne olursa olsun çok görkemlidir. Hele de biraz bulutluysa hava, dünyaya ışın saçan kılıcıyla bir mitolojik tanrı gelmiş gibidir yeryüzüne. Günü sevinçle selamlar , sonra da güneşi aşina  görüntüsü ile gökyüzünde bir başına  bırakıp yeryüzüne çeviririm gözlerimi. 

Gelelim günbatımına… Güneşin batışı doğumuna kıyasla çok farklı ruh halleri yaratır bende. 

Koylarda kaldığımızda güneş genellikle bir dağın yamacından, sessiz sedasız, hızlıca yok olur gider. Ama eğer güneş denizin üzerinden batıyorsa görüntü bambaşka mahiyetlere bürünür. O koskocaman ateş parçasının denizin içinde adeta eriyerek yok olmasını seyretmek büyüleyicidir.  O anki güneşle ilişkim  merak, sevinç ve hayretten çok ötelere gider zira  güneş denizin içinde erimekle kalmayıp koskaca bir günü de peşi sıra yavaş yavaş götürmektedir. Ama o bunu alelade, sıradan bir görselle yapmaz, bir renk senfonisi içinde son verir güne.  

Gün batımında bildiğiniz tüm şeyleri unutursunuz zira karşınızda kadim bir sihirbaz vardır. Yaptığı ışık oyunları ile gökyüzü ve yeryüzündeki renkleri öyle bir yönetir ki, farkına varmadan aklınızı oracıkta bırakırsınız. Geriye sadece siz ve hisleriniz kalır. Evet, her gün batımında gökyüzünde renkler nasıl iç içe geçip dile gelirse ruhunuzda da hisler birbirine karışıp dile gelirler. Gün içinde farkına varmadığınız duygularını görünür olmanın telaşı ile peş peşe sarar sizi. Hüzün, sevinç, hüşu, şükür, huzur, keder…Aralarda olumsuz duygular olsa bile güneş o duyguların tek başına  hüküm sürmesine izin vermez, içine biraz umut, biraz dirayet, biraz da yaşama sevinci illa ki katar. 

Ve sonra güneş batar. Sizde bıraktığı hislerle ne yapacağınız size kalmıştır. İster biraz sükut, ister biraz dost sohbeti…Yenilenmiş benliğinizle ne yapsanız iyi gelecektir size. 

Eski Türk inançlarına bağlı Türkler bir konuda söz verecekken Güneşin üzerine yemin ederlermiş. Yemin ederken Güneşi şahit tutmak bağlamında “Kün ene köruptur (Güneş ana görmektedir-yapmakta olduklarımızı ondan saklayamayız) derlermiş(*). Ben de kendi tecrübelerimden yola çıkarak şöyle bir yemin edebilirim:

Kün ene köruptur; söz konusu insan ruhu ise doğadan daha güçlü bir şifacı yoktur. 

(*) Anadolu Aleviliği’nde Eski Türk Kültüründeki Gelenek-Göreneklerin İzleri-Cihan Demir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.