Yaşlı çınar ağacının altında kitabımı okurken karşı sokaktan yanıma doğru geldiğini gördüm. Kitaptan kalkan bakışlarım onun meraklı gözleri ile buluştuğu anda konuşma niyetiyle geldiğini anladım. Oturduğum banka iyice yanaştığında durup, “Sen Çetin’i tanıyor musun?” diye sordu. Altı yedi yaşlarında, iri siyah gözlü, ayrık dişli çelimsiz erkek çocuğunun kendinden emin bir ses tonuyla sorduğu bu sorunun yanıtı benim için çok kolaydı. Birkaç gün kalma planıyla geldiğimiz bu şirin beldedeki ilk günümüzdü ve benim, buralı olduğunu tahmin ettiğim bu küçük çocuğun sorduğu adamı bilme ihtimalim hiç yoktu. “Bilmiyorum, Çetin kim?” diye sordum ufaklığa. “Benim babam, bugün öldü de” dedi. Üzüntüye dair hiç bir emarenin olmadığı, aksine hafif bir tebessümün yerleştiği o saf çocuk yüzüne şaşkınlık içinde bakakaldım. Yüreğimde beliren ince sızıyı aklımla bastırmaya çalışarak, çocuk bu, şaka yapıyor olabilir diye geçirdim içimden. Elimdeki kitabı bankın üzerine koyup çocuğa doğru eğilerek sakin bir ses tonu ile “Nasıl öldü baban?” diye sordum. Tek bir sözcükle gelen “Boğuldu” yanıtı kafamın içinde bir sürü yeni sorunun oluşmasına yol açtı. Ölüm şekline ilişkin merakımı bastırıp “Annen nerede” diyerek soruma devam ettim. “Annem Mudanya’da” dedi çocuk. “Peki sen kiminlesin burada?” dememe kalmadan çocuktan yeni bir soru geldi. “Bil bakalım babamı nereye gömecekler?” Bunu gülümseyerek, oyuncu bir ses tonuyla söylemiş olması, içimdeki sızıyı daha da büyüttü. Yine de duygularımı bir kenara bırakıp oyununa eşlik etme gayreti ile “Mudanya’ya mı?” diye cevap verdim. Başını geriye doğru atarak “çık” dedi.
-Trilye?
-Çık, değil
-Bursa?
-Ihh, değil
-Ben çok fazla yer bilmiyorum buralarda. Sen söyle neresi?
-Fetiye
-Hımm, bilmiyorum orasını
Sonrasındaki konuşmalarımız da hep bilmece kıvamında devam etti. Sadece baş harfi üzerinden annesinin adını tahmin etmece, kendi adını bulmaca-ki ikincisinde bildim, Barış’mış, diğer iki kardeşinin ve burada birlikte olduğu annanne ve dedesinin adlarını saymaca… Her doğru yanıtımı büyük bir coşkuyla karşıladı. Öyle saf ve güler yüzlüydü ki, onun içinde bulunduğu bu olağanüstü durumu bir kenara bırakarak neşeyle sürdürmeye çalıştım sohbetimi. Yaşlı çınar ağacının bulunduğu ufak meydana bakan evin sahibi kadın biraz sonra bize katıldı. “Barış, geldi mi annen?” diye sordu. “Yok Mürüvet nine” dedi Barış, “daha gelmedi”. Mürüvet hanım beni selamladıktan sonra oturduğum bankın biraz ötesinde duran ve kendine ait olduğunu tahmin ettiğim eski, genişçe koltuğa oturdu. “Hoşgelmişsiniz “ dedi bana dönerek. “Nereden geldiniz?”
Trilye’ye nereden nasıl geldiğimizi ve ne kadar kalacağımızı hızlı bir şekilde anlattıktan sonra geldiği sokağın başına doğru gerisin geriye koşarak giden Barış’ı işaret edip “Gerçekten de babası öldü mü?” diye sordum. Çok merak ettiğim hikaye birkaç dakika içinde önüme serildi. Adamcağız geçen hafta denizde boğulmuş. Karı-koca gece botla balığa çıkmışlar. Fırtına patlamış. Sahil güvenlik kadını gece yarısı kurtarmış, adamsa boğularak ölmüş. “Üç kardeş öksüz kaldılar şimdi. Zavallı Derya, ne yapacak bu yavrularla tek başına” diye üzgün bir ses tonuyla bitirdi hikayeyi.
Orada oturduğum bir saat boyunca kah Mürüvet Hanım’la kah yanımıza gelip giden Barış ile sohbet ettim. Biri yetmiş biri sadece yedi yaşında olsa da her ikisinin öyküleri üzücüydü. Çok sevdiği otuzbeş yıllık eşini altı ay önce kanserden kaybetmiş Mürüvet Hanımın hüznü, babasını yaşamının yedinci yılında yitirmiş olan ancak bunun ne anlama geldiğini kavramaktan uzak duran Barış’ın içimde yarattığı hüzüne karıştı. Uzun süredir ilk defa kendi sıkıntılarımı bir kenara bırakıp, dertsiz insan yok galiba diye düşündüm.
Bana gelince, sekiz aydır erkek kardeşimin hastalığıyla ilgili koşturuyorum. Üç aydan fazla bir zamanı onunla birlikte Adana’da hastane odalarında geçirdim . Uygulanan ağır kemoterapiler, stres ve belirsizliğin getirdiği sinir buhranları arasında birbirini kovalayan günler bende kalıcı bir hüzün ve endişe bıraktı. Dünya sadece benim bu derdim üzerine dönüyordu sanki. Adana’ya son gidişimde nihayet hastaneden taburcu edilen kardeşimi annemlere ve kız kardeşime emanet edip dört gün önce eve, İstanbul’a döndüm. Ertesi günü de eşim ve kızımla birlikte tekne ile bir süreliğine denize açıldık.
Trilye bizim ilk durağımız. Kafamı sanki hiç dağıtamayacağımı düşünürken Barış ve Mürüvet Hanım beni kendi sorunlarımdan alıp “hayatın ne kadar kontrol edilemez olduğu, insanların her yaşta başına felaket gelebileceği, dertli insanın bir tek ben olmadığım” gerçeğine götürdü. Başkasının dertleri üzerinden normalleşmek ne kadar ahlaki bilmiyorum ama bence oldukça insani. Bunun felsefesini yapabilecek kadar kafamı toparlayamadım henüz ancak bende yarattığı “hayatı kabullenme” duygusu şimdilik çok kıymetli. Çok şükür biraz sakinleşebildim. Bu sakinlikte “teknede, herşeyden uzak” olmanın önemli bir etkisi olduğunu inkar edemem. Ayrıca kardeşimin durumunun tüm kayıplara rağmen-zayıflama, kas erimesi, görme bozukluğu- daha iyiye gidiyor olmasının da katkısı çok büyük. Yine de , İstanbul’da olsam kendimi bu kadar iyi hissedemezdim. Dün kızım bana “ biraz biraz eski anneme benzemeye başladın” dedi. Şaşırdım bir an. Eski ben nasıldı acaba?
Biraz daha zamana ihtiyacım var galiba, içinde benim dışımdaki hikayeleri, tanımadığım insanları ve doğayı barındıran özel bir zamana…
31 Mayıs 2019-Trilye
16 Comments
Sevinç’cim
önce umarım Çağlar daha iyidir, uzaktan zaman zaman haberim oldu.
‘Hayat Herkese Çetin’ nasıl da güzel, akıcı anlatmışsın. sevgiler IŞIL
Işıl’cığım çok teşekkür ederim. Çağlar çok şükür daha iyi. İnşallah tamamen iyileşecek. Çok sevgiler,
Canım, ne diyeyim ki. Hayat işte. Öyle güzel yazmışsın ki. Tüm sıkıntıların güzelliklere doğru yol alması dileğimle. ?
Çok teşekkür ederim Sema’cığım. Hayatı tüm yönleriyle kabul etmek gerçekten de kolay değil. Hep bir gayret istiyor işte…
Sizi özlemişim,
Geçmiş olsun .
Rüzgarınız hep apiko olsun .
Sinan Bey, o güzel sohbetlerimizi ben de özledim. İyi dilekleriniz için çok teşekkür ederim.SElam ve sevgiler,
Sevinç,muhteşem bir yazı eline ve yüreğine sağlık.Çağlar’ın sağlığındaki gelişmeye de çok sevindim.Allah yar ve yardımcısı olsun
Çok teşekkür ederim Cem, yaşadıklarım gerçekten de bire bir bunlar. Çağlar giderek daha iyi oluyor çok şükür. Çok sevgiler,
Sevinç hanım,
Geçmiş olsun, Çağlar kardeşime acil şifalar diliyorum. En kısa sürede sağlığına kavuşacağına inancım tam. Gerçekten hayat farklı biçimler de olsa da herkese zor. Her an bir şeyle karşılaşma riskimiz var. Önemli olan dirençli ve mücadeleci olmak. Ailece bunu başaracağınıza inanıyorum. Sağlık ve mutluluk dileklerimle…
Çok teşekkür ederim Ahmet Bey. İnsan zorlukları yaşadıkları ile sınırlı zannediyor ama hayatın süprizlerinin sonu yok. Önemli olan birlik içinde mücadele etmek. İyi dilekleriniz için çok teşekkür ederim. Selam ve sevgiler,
Sana, kardeşine ve tüm sevdiklerine sağlık ve esenlikler diliyorum.
Çok teşekkür ederim Oya’cığım. Çok sevgiler,
Sevinçciğim karseşinin durumunu bilmiyordum ama daha iyi olduğunu öğrenmek beni mutlu etti
Umarım kısa zamanda daha da iyi olur ve senin ve sevdiklerinin yüzünü güldürür
Barışın ve Mürvet hanımı. Hikayesini ne güzel anlatmışsın
Hepşmizin farklı hikayeleri ve hüzünleri var
hayat sürekli bir şeyler çıkarıyor karşımıza yolunuz çeşme yarım adasına düşerse haberim olsun isterim
Seni görmek ağırlamak beni çok mutlu eder
Sevgi ve selamlar
Bengül’cüğüm. güzel yorumların ve iyi dileklerin için çok teşekkür ederim. Çeşme tarafına gelince mutlaka arayacağım seni. Çok sevgiler
Sevinçciğim
Çağlar’ın hastalandığını bilmiyordum. Çok çok geçmiş olsun. Çok zor bir süreç. İşin zor kısmını atlatmışsınız inşallah. Bütün dualarım sizinle???
Yazıların senin gibi, duru, içten, özenli… Duygunu en derininden hissettim canim kardeşim❤
İco’cuğum, insan bazı şeyleri başına gelince daha iyi anlıyor, çok zorlandık bu süreçte. Çok şükür daha iyi şimdi. Yorumların ve dileklerin için çok teşekkür ederim canım benim, sevgiyle kucaklıyorum seni.