
Başı Sonu Olmayan Bir Hikaye
22 Kasım 2021
“Bir Ada Hikayesi”nin İzinde
22 Şubat 2022Büyükçe bir kayanın dibinde bir çift göz beni süzüyordu. Aramızda iki-üç metre mesafe olmasına rağmen fark edebilmiştim o meraklı bakışları. Ancak hangi deniz canlısıyla muhatap olduğumu henüz anlayamamıştım.
O gözlerin sahibini daha yakından görebilmek için derin bir nefes alıp dibe doğru daldım. Bir ahtapotla karşılaşmış olduğumu anladığım an müthiş bir heyecan duydum. İlk defa bir ahtapotu denizde, kendi yaşam alanı içinde görüyordum. Kayanın altındaki girintiye kurduğu yuvasının etrafını taşlarla çevirmiş ve rengarenk midye kabuklarıyla süslemişti. Bu güzel eserle gurur duyuyor olmalıydı.
Daha yakından incelemek, elimdeki kamera ile fotoğraflarını çekmek isteği doğdu hemen.Kayanın dibine doğru iyice daldım. Yukarıda beni izleyen gözler şimdi tam karşımda, bana doğru bakıyordu. Kollarını her iki taraftan çapraz dolamış, pencerenin pervazından sarkarak sokağı seyreden teyzeler gibi oturuyordu yuvasında. Gözlerim ahtapotun üzerinde, nefesimi tutabildiğim kadar kaldım suyun altında. O da hiç kıpırdamadan bana bakıyordu. Tek hareket, kafasındaki borunun etrafında oluşan kalp atışına benzer ahenkli kasılmaydı. Kolları bedenine sarılı olmakla birlikte vantuzları birer beyaz düğme gibi teker teker dışarı doğru dizilmişti. Arka kısımdan turuncumsu derisi görünüyordu. Tor top olmuş bir vaziyette durduğu için boyutunu tahmin edemiyordum, her halükarda gözümü korkutacak büyüklükteydi.
Bu ilginç yaratığın güzel bir pozunu çekmek istedim. Kamera elimde, uygun açıyı bulabilmek için yuvanın etrafında dolaşmaya başladım. Arada nefeslenmek için su yüzüne çıkıp tekrar dalıyordum. Her dalışımda ahtapot biraz daha kayanın altına doğru kaçıyordu ve sonunda tamamen görünmez oldu. Tek bir kare bile çekememenin hayal kırıklığı ile tekneye dönmek zorunda kaldım. Ama önce kerteriz alıp saklandığı kayanın yerini zihnime iyice kazıdım. Kararlıydım, bir fırsatını bulup çekecektim fotoğraflarını.
Son üç yıldır yazları denizin altında ahtapotları seyrediyor, onların günlük hayatını video ve fotoğraflarla belgelemeye çalışıyorum. Kendi çapımda amatörce yaptığım bu aktiviteden müthiş zevk alıyorum. Bilgisizce ve bilinçsizce başladığım bu hobimin ilk yılında epey bir kusurum oldu. Tıpkı size anlatmaya çalıştığım bu hikayede olduğu gibi. Yuvasında dinlenen ahtapotu ısrarlı yakınlaşmalarla rahatsız ettim. Keşke o kadarla kalsaydım.
Dinlenmek için tekneye döndüğümde aklıma parlak bir fikir geldi. Ahtapotlar midye ve benzeri yumuşakçalarla besleniyorlar, bunu biliyordum. Tavuk da yumuşak bir et türüydü ve ahtapotun hoşuna gidebilirdi. Biraz tavuk ikram edersem belki yuvasından çıkar ve ben de fotoğraflarını çekebilirdim.
Dolaptan çıkardığım tavuk etini hemen doğrayıp üst bikinimin arasına sıkıştırdım. Şnorkelimi ve gözlüğümü takıp kamerayla birlikte tekrar denize atladım. Yuvayı bulmam çok vaktimi almadı, koordinatları iyi yerleştirmiştim belleğime. Ben uzaklaşınca belli ki ahtapot gevşemiş ve yeniden bedeninin bir kısmını yuvasından dışarı çıkarmıştı. Suyun dibine doğru dalarken, “Bekle beni” dedim içimden ahtapota “bak sana neler getiriyorum.”
Hayvancağız benim gelmemle birlikte tekrar huzursuz olup kıpırdaşmaya başladı. Aramızda bir metre kadar bir mesafe vardı. Dağarcığımda tekinsiz bir canlı olarak yer alan bu hayvandan ürktüğüm için daha fazla yaklaşmak istemiyordum. Tavuk parçalarının bir kısmını sakladığım yerden çıkarıp avcumun içine aldım ve taş atar gibi ileriye doğru fırlattım. Ancak bu hareket suyun altında beklediğim karşılığı bulmadı zira öngördüğüm sonuç fizik yasalarına aykırıydı. Tavuk parçaları sadece on santim kadar öteye gidebilmişti. Ahtapot bu ikramımı görünce hareketlenip yuvasından çıktı ve bana doğru kollarını uzatarak yüzmeye başladı. Fotoğraf çekme isteğim o kadar güçlüydü ki tüm şaşkınlığım ve korkuma rağmen deklanşöre basıp birkaç kare çekmeyi başardım. Sonra da dönüp arkama bakmadan son hızla yüzmeye başladım. Bu arada hesaba katmadığım daha başka şeyler de olduğunu fark ettim. Birincisi ahtapotlar bizden çok daha hızlı yüzerler, ikincisi yiyeceği istediğin kadar sakla, kokusunu alıp yerini bulabilirler.
Allahtan ahtapot verdiğim tavuk parçalarıyla yetinip peşimden gelmedi. Ben o telaşla tekneye kadar birkaç yüz metre hiç durmadan yüzdüm ve kendimi platforma attım. Bir süre dinlendikten sonra ahtapota verdiğim tepkinin çok abartılı olduğunu düşünmeye başladım. Ortada tehlikeli bir durum yokken kendi kendime heyecan yaratmıştım. Daha sakin davranıp daha fazla fotoğraf çekmem mümkündü. Ertesi gün tekrar yanına gidip bu sefer haşlanmış yumurta ikram edecektim.
Neyse ki sonraki gün yerinde bulamadım ahtapotu. Doğadaki hayvanları durduk yerde beslemeye kalkışmanın kötü bir fikir olduğunu idrak etmem koca bir yazımı aldı. Keşfetmenin yanı sıra fotoğraf çekme ve paylaşma iştahım o kadar fazlaydı ki doğal dengeye müdahale etmemek gerektiği bilgisini göz ardı edip karşılaştığım ahtapotlara fırsat buldukça yiyecek ikramında bulunmuştum.
İnsan ne kadar yaş alsa da bazı konularda şuursuzca davranabiliyor, tıpkı benim yaptığım gibi. Ancak artık daha bilinçliyim doğal hayata karşı. Mümkün olduğu kadar rahatsız etmeden gözlemliyorum hayvanları. Fotoğraf çekerken belli bir mesafede duruyor ve onları tedirgin etmemeye çalışıyorum. Doğanın içinde olmak, farklı özellikleri ve hassasiyetleri olan canlıları gözlemlemek çok zevkli ama belli bir sabrı, bilgiyi ve terbiyeyi gerektiriyor. Daha özenli ve duyarlı davranmak doğa ve fotoğraf aşığı tüm insanların birincil görevi sanırım.