
İyi Kızların Öğrendikleri ve Öğrenemedikleri
16 Şubat 2017
Oscar Törenindeki Hatanın Hatırlattıkları
2 Mart 2017Gerçeküstü romancılığın en önemli yazarlarından olan Ursula K. Le Guin , insan zihninin bir şeyi kavrayabilme amacıyla icat ettiği en önemli aracın hikaye olduğunu söylemiştir. ‘’Tekerleği hiç kullanmamış büyük toplumlar olmasına rağmen hikaye anlatılmayan hiçbir toplum yoktur’’ der Le Guin.
İnsanların anlattığı veya dinlediği hikayeler iç dünyalarına ayna tutarak iç gerçekliklerinin yansımasını sağlar. Ben de geçtiğimiz yıllarda tekne hayatımızda karşılaştığım ve kendimce hikayeye dönüştürdüğüm iki ayrı hadise sonrasında bu deneyimi yaşadım.
İki yıl önce Göcek’teki Tersane koyuna havanın kararmasına yakın saatlerde İngiliz bayraklı bir yelkenli tekne girdi. Yanımızdaki boşluğa yerleşmek üzere manevra yaparken çoğunlukla görmeye alışkın olduğumuz üzere dümende bir erkek, yanında da karaya kıçtan bağlanmak üzere hazırlık yapan bir kadın vardı. Demir attıktan sonra bağlanacakları kayalıklara doğru geri giderken kadın denize atlayıp elindeki halatı hızla kayalara bağladı. Bağlama işlemini ustalıkla tamamlarken tekne geriye doğru gitmeye devam ediyordu. Neredeyse kıyıyla arasında birkaç metre kalmışken kadın yetişip dümene geçti ve birkaç manevra ile durumu düzeltip tekneyi emniyete aldı. Denizde insan ister istemez bu tip hadiseleri seyre koyuluyor. Söz konusu tekne çok yakınımızda olduğu için ben de olayların akışına kendimi kaptırdım ve izlemeye devam ettim. Otuz yaşları civarında olan adamın çok acemi olduğuna karar vermiş, kadının becerisini de çok taktir etmiştim. Ancak kısa bir süre içinde kafamdaki hikaye bambaşka bir biçime dönüştü. Biraz gözlemledikten sonra çok yavaşça hareket eden adamın sadece yürüme güçlüğü çekmediğini, hareketlerinin de oldukça kısıtlı olduğunu anladım. Muhtemelen bir çeşit kas hastalığı vardı. Havanın tamamen kararmasına kadar geçen o bir saat boyunca kadın adamı merdivenlerden yavaş yavaş denize indirdi, sohbetle beraber yüzmesine eşlik etti ve çıkışta özenle kurulayıp giydirdi. Hava iyice karardığında birlikte yemeye oturdular. O gün o bir saatlik süre içinde şahit olduğum cesaret, sevgi ve şefkat dolu sahneler içimde tatlı bir iyimserliğe yol açtı. Kadınla erkek arkadaş mı, kardeş mi, sevgili mi yoksa karı koca mı anlamak mümkün değildi. Anlayabildiğim tek şey engellere aldırmadan uzak diyarlardan geldikleri ve eşsiz kıyılarımızda hayatın tadını çıkarıyor olmalarıydı.
Diğer hikayeyi geçen yıl yaşadım. Marmaris’teki bir marinada karşılaştığım İngiliz bir kadınla ayak üstü çok kısa bir sohbetim oldu. Yüzünde hem yaşının hem de güneşin izlerini taşıyan yetmişlerindeki kadını daha önce gördüğüm birine benzetip eşini sordum. Aslında kadını ilk defa orada gördüğümü verdiği yanıttan anladım. Bana eşini beş yıl önce kaybettiğini, ülkemizi ve denizi çok sevdiği için beş yıldır tek başına gelip yelkenli teknesiyle denize açıldığını, kendisi gibi dul olan kız kardeşinin de zaman zaman kendisine eşlik ettiğini söyledi. Dümen başına kararlı bir şekilde bir türlü geçemediğim ve bunu hep bir sebepten ertelediğim için kadının bu cesaretine ve yapabilirliğine hayran kaldım. ‘’Kim bilir ne tecrübeleriniz olmuştur, sizi dinlemeyi ve tavsiyelerinizi duymayı çok isterdim’’ dedim. Kadın heyecanla gözlerini açarak ve başını hafifçe iki yana sallayarak ‘’Hayat çok kısa, ne istiyorsan onu yap’’ dedi. Ben denizciliğe dair tavsiyelerini beklerken o sadece bu cümleyi kurmuştu.
Bazen kendimize anlata durduğumuz hikayeler, bir başkasınınki ile birlikte değişip dönüşür. Tuttukları aynadan yansıyan iç gerçekliğimiz hayata dair ezberlerimizi bozar ve kendimize yeni sorular sormaya başlarız.