
Astipalya Hatırası
29 Temmuz 2025Tutup hayvanlarla yaşayabilirim sanırım, o kadar kendi kendilerine yeter ve sakinler ki.
Durup bakıyorum onlara uzun uzun
Hallerinden endişe edip sakınmazlar,
Günahları için ağlamazlar karanlıkta gözlerini yummadan yatarak
…
Walt Whitman
Yaz ayları boyunca yaptığımız tekne seyirlerinde genellikle martı, sumru ve yelkovan kuşları eşlik ediyor denizlerde bize. Ancak ne zaman bir liman veya iskeleye bağlansak etrafımız hemen kırlangıçlarla çevriliyor. Her sene binlerce kilometre mesafe kat ederek bir kıtadan diğerine gidip gelen minik ama muazzam becerilere sahip bu kuşlar yaşadığımız coğrafyayı yaz aylarında şenlendiriyorlar. Yuvalarını daha çok çatı altlarına veya binaların korunaklı yerlerine yapmayı tercih ettikleri için insanlarla iç içe yaşamaya çok alışkınlar. Çamur parçalarını tükürükle karıştırarak yaptıkları bu yuvaları ertesi sene tekrar kullanabilmelerinden olsa gerek o ilk yuvayı kurdukları yerleşim yerlerini asla unutmuyor ve oraların müdavimlerinden oluyorlar.
Geçtiğimiz yıl keyifli birkaç gün geçirdiğimiz Lipsi adası da kırlangıçların çok sevdiği Yunan adalarından bir tanesi. Bu yılki seyahatimizde havanın çok sertleşeceğini öğrenince söz konusu fırtınalı günleri Lipsi’de geçirmeye karar verdik. O gün adanın kırlangıçları bizi daha limanın girişinde karşıladılar. Üzerimizde hızlıca yön değiştirerek ani ve keskin hareketlerle yaptıkları uçuşlar “hoş geldiniz” gösterisi gibiydi. Bu durum bizi hoşnut ettiği kadar kedimiz Pisagor’u da heyecanlandırdı. Ancak bu heyecan, kırlangıçlara kıpırdamadan pürdikkat bakmayla sınırlı kaldı. Pisagor’un geçmiş tecrübelerinden çok iyi öğrendiği bir şey var; bu kuşlar yakalanamaz, sadece uzaktan seyredilirler. Yakalamaya kalkışırsan denize düşersin, ki üç yıl önce aynen öyle oldu, kırlangıç peşindeyken kendini denizde buldu Pisagor.
Lipsi’de kaldığımız ilk gece hava çok serleşti. Liman açık denize neredeyse tamamen kapalı olmasına rağmen içerisi dalgalarla kabardı. Demirimiz ilk attığımız andan itibaren çok sağlam görünüyordu. Ancak yine de diğer tüm denizciler gibi teknemizden uzaklaşmadan rüzgarın seyrini takip etmeye koyulduk. Olası bir demir tarama durumunda hemen pozisyon alıp çıpayı yeniden atmamız gerektiği için bir anlamda teyakkuzda bekledik gece yarısına kadar. Saat on iki gibi son kontrolleri yapıp yatmaya karar verdik. Ben ön tarafa, demire bakmaya gittiğimde teknenin zincirine yuvarlakımsı bir şeylerin takılmış olduğunu fark ettim. Karanlıkta ne olduğunu anlamamakla birlikte rüzgarın etkisiyle bir şeylerin savrulup zincire dolanmış olabileceğini düşündüm. Her ne ise, teknenin burnundan eğilip almam gerekiyordu bu garip nesneleri. Rüzgarın şiddetinden saçım başım birbirine karışmış, neredeyse önümü göremez halde iki büküm sarkıp zincirin üzerine baktım ve gördüğüm şey karşısında donup kaldım.
Zincirimizde dört tane kırlangıç başlarını gövdelerine gömmüş mışıl mışıl uyuyorlardı. Mucize gibi bir hadiseydi bu benim için. “Demek bizim zinciri güvenli bulup üstünde uykuya yattınız” diye seslendim kırlangıçlara içimden. Bir diğer sevincim de daha önce duyduğum bir halk inancına dairdi. Kırlangıçlar kondukları yeri kazadan korurlarmış. Yani bu gece bizim tekne bu dört kırlangıca emanetti. Keyif ve güven içinde kamaraya girip uyumaya koyuldum.

Sabaha karşı rüzgarın daha da şiddetlenmesiyle birlikte büyük bir tedirginlik içinde uyandım. Her ne kadar Hakan, kaptan olarak her şeyi kontrol etmiş olsa da kendi gözlerimle görmeden tekrar uykuya dalmam imkansızdı. Önce kıç halatlarını kontrol ettim, her şey olması gerektiği gibiydi. Sonra da demir zincirini görmek üzere teknenin burnuna yürüdüm. Rüzgarın gücüyle yarışarak zincirin başına ulaştım. Ve ne göreyim; bizim kırlangıçlar o rüzgara rağmen halen melekler gibi uyuyorlar. “Bu bana evrenin mesajı” dedim o anda kendime, “o küçük canlar korkmayıp güvenle uyuyorlarsa sen de tedirgin olmadan yatacaksın”
Saat gece dört civarıydı. Uykum kaçtığı için cep telefonumu açarak twitter’a girdim biraz. Orman yangınları, kadın cinayetleri, kedi ve köpeklere yapılan eziyetler, Gazze’de açlık ve kıyım…derken tekneyle ilgili endişelerim bir anda dünya ve varoluşla ilgili kaygılara dönüştü. Sonrasında sıra kişisel dertlerim ve kuruntularıma geldi. Kısa bir süre içinde her şey anlamsız görünmeye başladı gözüme.
Rüzgarın sesi düşüncelerimden baskın çıktı, dışarda felaket bir hava olduğunu fark ettim yeniden. Ancak tekne güvenliğine bir türlü yoğunlaşamadım, üstüme basan karamsarlıktan kurtulmak daha mühimdi benim için. Bu durumu düzeltecek tek çare vardı; İnstagramı açıp kedi videoları seyretmek.
Pek çok kedi videosundan sonra sakinleşip tekrar uykuya daldım. O anda aklımdan geçen tek bir şey vardı: İyi ki şu hayvanlar var da bizi, insan olmanın dayanılmaz ağırlığından kurtarıyorlar.