Oysaki acılar
kışın dökülmeyen yapraklarımızdır bizim, her daim
koyu anlam yeşilimiz.
R.M.Rilke-Duino Ağıtları, Onuncu Ağıt
Geçtiğimiz yıla kadar sonbahar benim için gönül üzgünlüğü demekti. Günlerin kısalmasıyla birlikte içimi hüznün çeşitli halleri kaplar, melankolik duygulara girip çıkardım. Özellikle Kasım ayı, hayatı sorguladığım, yaptıklarımda ve yapa geldiklerimde olmadık kusurlar bulduğum bir ay olurdu. Bütün bu duygular hayatımda kalıcı bir iz bırakmamakla birlikte arka planda oluşturduğu fonla hüzünlü bir atmosfer yaratırdı benliğimde. Genel bir hoşnutsuzluk içinde geçerdi sonbahar günlerim.
İlk defa geçen seneki sonbaharda bu duyguların hiç birini yaşamadım. Hayatın sırrına ermiş gibi yeni gözlerle baktım etrafıma. Ağaç dalları ile toprak arasındaki o alışverişi, düşen yaprakların ihtişamını, toprağın kokusunu, yapraklardaki ahenkli renk geçişlerini, kasımpatıların güzelliğini, kelebeklerin telaşını, misafirliğe gelen göçmen kuşların neşeli ötüşlerini, göç yolundaki leyleklerin gökyüzünde süzülerek uçmalarını doya doya seyrettim. Hüzünden yana ufacık bir duygu oluşmadı içimde. Bendeki bu değişimin nedenini anlayamadan geçti gitti sonbahar, geride çok güzel duygular bırakarak.
Bu sene merak ettim acaba sonbahar nasıl geçecek diye. Kasımın ilk haftası bitmek üzere. Kendimi çok dingin ve huzurlu hissediyorum. Eylül başından beri şehir içindeki parklarda, ormanlarda yürüyüşe çıkıp kızılgerdanların, baştankaraların, söğüt bülbüllerinin fotoğraflarını çekiyorum. Sığla, huş, çınar, meşe ve akça ağaçlarının önlerinde durup yapraklarındaki renk geçişlerini seyrediyorum. Çoğu kez ceplerimde sarı, kırmızı, turuncu renkte yapraklarla dönüyorum eve. Sonrasında çayımı demleyip elimdeki kitaplara gömülüyorum. Sonbahar en çok şiir okuduğum mevsim olacak galiba yakında ve de çok sayıda dostla ayrı ayrı sohbet ettiğim…
Dün gece bu mevzunun üzerine uzun uzun düşündüm ve nihayet anladım neden artık sonbaharda kendimi iyi hissettiğimi.
Hüzün yabancısı olduğum bir duygu değildir, çocukluğumdan beri bir tarafımda hazır şekilde bulunup sırasının gelmesini bekler-di… Ta ki geçtiğimiz yıl kardeşimi kaybedinceye kadar. Hüznün kıyas anlamında gerçek üzüntünün yanına bile yaklaşamayacağını, insan kalbinin hakiki bir karşılığı olmaksızın bu duyguyu taşımasının ne kadar gereksiz olduğunu anladım sonunda. Bize bahşedilen hayata haksızlık yaptığımı acımla beraber fark ettim. Hüzün için bahaneler üretip kendini mutsuz etmek çok anlamsızmış. Hayat daha ağırlarını; acıyı, kederi ve matemi zaten içinde barındırıyor-muş. Bu sene babamı da kaybedince çok daha iyi kavradım bunu. Artık sonbahar hüzünlendirmiyor beni. Günlerin kısalmasında, yaprakların dökülmesinde, havaların soğumasında, tabiatın çoraklaşmasında kötü bir şey yok. Hepsi doğadaki döngünün bir parçası. Bir yazıda geçiyordu ; “Ağaçlar havayı yaşama dönüştüren ışık toplayıcılarıdır. Günler kısalıp gün ışığı azaldığında doğa enerji tasarrufuna gider. Işığın fotonlarını enerjiye dönüştüren ve de yaprağa yeşil rengini veren klorofiller görevi bırakırlar. Enzimler tarafından parçalanmaya başladıklarında ise yapraklarda her daim bulunan diğer pigmentler -sarı, kırmızı ve turuncu-ortaya çıkıp görünür olurlar.” Kanımca bu, doğada seyretmesi en keyifli süreçlerden biri, tıpkı ağaçların tomurcuklandığı, çiçeklerin açtığı bahar günleri gibi. Önümüzde bu şöleni seyredebileceğimiz üç hafta daha var. Yarın birkaç günlüğüne Köyceğiz’e gideceğim. Dostlarla sığla ormanında yürüyüş yapıp kuşların cömertçe doğaya haykırdığı şarkıları dinleyeceğiz. Dünya yangın yeri, farkındayım. Lakin bu, hayatın kıymetini bilmekten alıkoymamalı insanı diye düşünüyorum. Doğayla birlikte nefes alıp vermek, ritmini hissedip şükretmek çok mu lüks bu zamanda?