SONBAHAR VE AĞAÇLAR

Ağaçlar mizaçlarını  sonbaharda ele veriyorlar gibi geliyor bana .  Diğer mevsimlerde göstermedikleri türlü türlü huylar yazın bitmesiyle birlikte görünür oluyor. Mesela Sığla ağacı; geniş gövdesindeki sayısız dalları ve  kesif yapraklarıyla sade ve dingin bir görünüşe sahiptir yaz boyunca. İster parkta bir başına dursun  ister yüzlercesiyle birlikte bir orman oluştursun, insan şöyle bir baktığında “ ne hoş bir ağaç ya da orman” der ve çok da incelemeden geçip gider önünden.

Ancak sonbahar geldiğinde bu ağaca bir haller olur.  Parlak yeşil yaprakları yavaş yavaş sarıdan kırmızıya hatta bordoya dönüşmeye başlar. Sonbahar boyunca bir ilgi manyağı gibi her gün yeni bir icat çıkararak renkten renge bürünür ve dikkatlerin bir an bile üzerinden gitmesine izin vermez. 

Sığla ağaçları güz boyunca yapraklarının çoğunu dökseler de dallarda kalanlar, renkleri, diriliği ve parlaklığıyla o kadar göz alıcı olur ki tohumları taşıyan yuvarlak meyvelerle birlikte süslü noel ağaçlarına benzerler.  O kendi halinde, sade ve alçak gönüllü ağaç gitmiş, yerine her görenin “Ne kadar güzel ve alımlı” diyeceği bir ağaç gelmiştir. 

Sonbaharda en uzun süreyi sığla ağacının başında geçiririm. Baktıkça yeni bir detay, farklı bir güzellik bulurum, hem yapraklarında hem de meyveleriyle birlikte dalların üzerindeki dizilişlerinde. Yere düşen yapraklarını toplayıp eve götürdüğüm günler çok olmuştur. 

Huş ağaçlarının beyaz renkteki gövdeleri çok zariftir. İnce dallar üzerindeki yapraklardan ziyade gözler gövdeye kilitlenir ilk bakıldığında. Kendi halindeki mütevazı yaprakları dikkat çekmeden sıralanırlar dallarda. Ufacık bir rüzgarı kollarlar sanki durdukları yerde sallanmak için. 

Sonbahar geldiğinde yapraklar yavaş yavaş sarının tonlarına dönüşmeye başlar. Bu dönüşümle birlikte yaprakların bir bölümü dallarla bağını hızla koparıp toprak üzerindeki yerlerini alırlar.  Ancak bir kısım yaprak vardır ki  tutundukları dalları bir türlü terk etmek istemezler. Uzun süre ağaçta öylece asılı kalıp güç gösterisi yaparlar. “Hiçbir yere gitmiyorum, buradayım. Siz gövdeye bakacağınıza bana bakın, nasıl da meydan okuyorum hayata” der gibidirler. Her gün önünden geçtiğinizde etraftaki ağaçların hızla çıplaklaştığına şahit olurken huş ağacının inatla üzerinde tuttuğunu görürsünüz ağır başlı renklere bürünmüş yapraklarını. Adeta aklımızla alay ederler. Huş ağacının sonbahardaki bu halini biraz tuhaf bulurum ben. Yapraklarla gövde bir çekişme içindedirler sanki. Parkta gezinirken en merakla baktığım  ağaç türlerinden biridir huş ağacı. Ama bu merak uzun uzun seyretmeyi gerektirmez. Yaprakları halen duruyor mu diye şöyle bir bakar ve geçerim. 

Palamut meşesinin çok heybetli bir görüntüsü vardır. Ulu nitelemesinin çok yakıştığı bir ağaçtır meşe. Geniş gövdesi ve her bir yöne yayılmış dalları ile çok uzak mesafelerden kolayca fark edilirler. İnsanın gölgesinde zaman geçirmek isteyeceği, güven veren, azametli bir ağaçtır meşe. Girintili yaprakları ve palamut adı verilen meyveleri ayrı bir güzellik katar bu ağaca. 

Sonbaharla birlikte meşe ağacının yaprakları koyu yeşil tonlarını kaybetmeye başlar. Önce sararır gibi olur, sonrasında da altın, bakır, demir gibi çeşitli madenlerin rengine bürünürler. İster altın sarısı ister bakır rengi isterse paslanmış demir rengi olsun her halükarda güneş ışıkları altında renk geçişleri yaparak parıldar bu ağaç. Yerlere dökülen yapraklar da ışıltılarını uzun süre kaybetmezler. Bir zaman sonra madeni parlaklık yerini  kahvenin açık ve donuk tonlarına bırakır. 

Ekim ayının sonlarına doğru gölgesinde güven ve huzur içinde oturduğunuz meşe ağacı tekinsiz bir hal almaya başlar zira içlerinde tohum taşıyan palamutlar dökülmeye başlamıştır. Yerlerde kalın bir halı gibi serili yapraklar  düşen palamutlarla beraber hışırtılı sesler çıkarırlar. Bu sesleri duydukça kah önünüze kah arkanıza bakıp neler olduğunu anlamaya çalışırsınız.  Bir yılan mı geçiyordur acaba yaprakların arasından? Bir hayvan ya da bir insanın ayak sesinden mi kaynaklanıyordur o hışırtı? Kulak dikilip etrafı dinlemeye çalışırsınız. En iyisi altında durmak değil, neler olduğuna uzaktan bir bakmaktır.  Tekinsiz bir yerdir artık meşe ağacının gölgesi. Hafifçe geriye yürür ve gözlemlemeye başlarsınız düşen palamutları ve yaprakları. 

Meşe ağaçları bu halleriyle kendine atfedilen ululuk,  güvenilirlik, ağırbaşlılık gibi niteliklerden sıkılmıştır da sonbaharla birlikte hayatı tiye alıp bir başına eğleniyor gibidir.

Güz mevsimiyle birlikte dikkatimi çekmeye başlayan ağaçlardan biri de incirdir. Etraftaki varlığını görmenize gerek kalmadan salt kokusu ile fark edebileceğiniz bu ağaçla çok enteresan yerlerde karşılaşabilirsiniz. Bazen köhne bir tuğla duvarının çatlağında, bazen bir hurma ağacının gövdesinin  kovuğunda filizlenip dal verdiğini görmek hiç şaşırtmaz insanı. Oysa meyvesi çok lezzetli ve değerli olduğu için  profesyonel bir şekilde bahçelerde yetiştirilen bir türdür kendisi. Biz o ihtimam gösterilen halinden çok yol kenarında, boş bir arazide,  bir apartmanın bahçesinde ya da en iyi ihtimalle bir parkta karşılaşırız kendisiyle. 

Hayata tutunmayı çok iyi bilen incir ağacında seyirlik bir şey bulmam ben genellikle. Hoş kokusunu içime çeker, yürüyüşüme devam ederim, ta ki Kasım ayının son günleri gelene kadar. Güz mevsiminin sonlarına doğru o kocaman yaprakları hızla sararmaya başlar. Birer büyük yelpaze gibi ağaçta asılı halleri özellikle güneş ışıklarının altında muhteşemdir. Ağacın altına geçip o sarılığın ardından güneşe doğru yüzünüzü çevirdiğinizde altın kaplı bir tapınağın içinde hissedersiniz kendinizi. 

Sonbaharda en son yapraklarını döken ağaçlardan biridir incir. Rüzgar veya bir insan tarafından süpürülmeden önce yerdeki o yaprak yığınına sevgi ve minnetle bakarım bana güzün son ihtişamını yaşattığı için. 

Gelelim akçaağaca. Tam bir sonbahar virtüözü olur kendileri. Gerek yaprak biçimleri gerekse renk geçişleri ile birinciliğe yarışır güz güzelliğinde. Tüm yıl bunun için hazırlanmıştır sanki. Sonbaharı bir  senfoni tadında yaşayabilmemiz için bütün marifetlerini ortaya koyar. İnsan ruhunu coşturan estetik nitelikleri kişiyi şaire dönüştürebilir bir anda. 

Akçaağacı seyrederken doğanın döngüsüne şükrederken bulurum kendimi. İyi ki yeşil rengi devre dışı kalmıştır da  sarı, turuncu, pembe, kırmızı, kahverengi çıkmıştır ortaya. Birini feda ederek bunca renk tonuna kavuşmak çok az ağaca nasip olur. Yere düşen yapraklardan kendime rengareng bir demet yapmadan uzaklaşamam akçaağaçtan. 

Güz güzellik bilgesi olarak ilan ettiğim bu ağaç sonbaharın vazgeçilmezidir benim için. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.